Eylül 05, 2010

büyüdün artık sen çocuk (!)..

sonradan gelen not: aslında bu yazıyı tamamlamak yerine taslakların bir köşesinde öylece bırakmaya niyetliydim. ama az önce internette şahit olduğum bir doğum günü kutlaması yüzümü güldürdü, gözlerimi doldurdu. imrendirdi... sonra mı? sonra kendimi burada buluverdim ben de...
ağustos,18  '1o
saat: 00.00 dolayları...
saat buralarda 23, ait olduğum o yerlerde 00.00 iken facebook'tan başlayan kutlamaların arkası gelmeyecek. Doğum günüm zamanla önemini daha da yitiriyor sanki... Uykum geldi zaten, yattım ben...
saat: 10.34
bu sabah gülerek uyandım. mutlulukla, sevinçle... Rüyada eve dönüyorum. Elimde bavulum. Sokağın başındayım. Bizim eve bakıyorum, ne kadar özlemişim. Rahmetli babannemin baktığı pencereye gidiyor gözüm gayri ihtiyari. Keşke o köşeden perdeyi aralasa, hep birilerinin gelişini gözlediği o yolda beni görünce sevinip mutlu olsa, el sallasa diyorum. Tam apartmanın kapısından içeri giriyorum ki annem de merdivenlerden iniyor. Bizimkiler de orada, yengemler filan, net hatırlamadığım bir kalabalık. Bir tek annemin yüzünü hatırlıyorum, bir tek annemi. "aha, sen nerden çıktın" diyor. demek ki rüyamda da sürpriz yapmışım:) gülüyoruz, sarılıyoruz. kocaman sarılıyoruz annemle. 
uyanıyorum sonra. içimde bir ferahlık, bir huzur, bir sevinç...
bugün daha güzel bir hediye alamam herhalde...
saat: 12.41
annem normalde her yıl akşam saat 8'i bekler doğumgünümü kutlamak için. O saatte doğmuşum meğersem :) demin annemi aradım, "niye aradın, akşam 8'de ben arayıp kutlayacaktım" dedi.
dedim "sizin saate göre 8'de mi yoksa bizim saate göre 8'de mi kutlayacaksın, onu merak ettim :)" 
rüyamı ona anlat(a)madım. duygulanmasın diye, bi de anlatırken ben de dayanamayıp ağlarım diye korktum. gidince anlatırım artık...
saat: 16.58
facebook'tan doğum günümü epey kutlayan var, sağolsunlar var olsunlar. iyi de düşünmeden edemiyorum, normalde doğru düzgün selam bile vermeyen insanların "doğum günün kutlu olsun" demeleri ne kadar içten olabilir ki? Bunu sorgulamak bir yere varmayacak. zaten doğum günü dediğin nedir ki...
tesadüf mü tevafuk mu bilmiyorum, daha geçen gün okuduğum bir yazıda şöyle diyordu: bir kağıt kalem alın ve bir çizgi çizin. Bu çizgi sizin hayatınızı gösteriyor olsun. Ve o çizginin şu an neresinde olduğunuzu işaretleyin. Yolun neresindesiniz, ne kadar yol gitmişsiniz ve önünüzde ne kadarı kalmış. O çizgiye bakın ve sonra bulunduğunuz yeri öncesini ve sonrasını "düşünün"...
Bunu okuduktan sonra, o çizgiyi çiziverdim. Radyasyon, stres, GDO vs. dolayısıyla çizginin sonunu pek uzun tutamadım gerçi. ama yolun neresinde olduğumu görünce önce şaşırdım, anaa ne ara bu kadar yol gitmişim dedim. Sözü burada Behçet Necatigil alıyor ve diyor  ki:
"Yılların telâşlarda bu kadar çabuk geçeceği aklınıza gelmezdi."
Sonra arkamda bıraktığım onca yılda işlediğim günahlar geldi aklıma, kırdığım kalpler, kılamadığım namazlar,  televizyon, bilgisayar başında geçirdiğim onca vakit, ağladıklarım, ağlattıklarım, güldürdüklerim, mutluluklarım...daha fazlası. Bir nevi iç muhasebe...
Evet yolun daha yarılamadım bile, kimilerine göre çokça başındayım, ama o muhasebeyi yapmak iyi geldi iyi...
Velhasıl o gün bu gündür, önceliklerim beni, ben de onları sınıyorum. Bakalım hangimiz galip gelecek?..
gece 12 suları...
Arkadaşlarla Köln-Mülheim'daki Türk sokağına gittik iftara. Kebap filan bişey değil de, günlerdir aşerdiğim künefeyi nihayet yedim... ooh mis :) künefenin üstüne kibrit de koydular, üflettiler bi de :) 
Sıcacık, sevgi, bereket, bolca muhabbet ve kahkaha dolu bir iftarın ardından dönüş yolunda otobüsteyim. 
Evet evet, günün tek ve en güzel hediyesi annemden...
kitabı açtığım gibi karşıma çıkan fırat
Bir de sıcacık, hasret kokan bir email. Elif'ten... Öyle ki, gülerken bile dolan gözlerim bu sefer mutluluktan doldu taştı. Böyle insanlar, böyle dostluklar, herkese nasip olmazken, bana nasip olduğu için de şükrediyorum hep. (İyi ki varsın...)
He bir de ilk hediyem, fıraaaat :) içinde bi notçuk yoktu artık onu da sonradan iliştirteceğim zeynep'e :)
Farkettim ki doğum günleri en çok böyle en yalnız anlarda önemseniyormuş. Doğum günlerinden çok önemsenmek, hatırlanmak belki de... Bu zamanlar insan ihtiyaç duyuyormuş "o" kelimelere, sürprizlere... içinde ne olursa olsun bir hediye paketini açmanın verdiği heyecan, heves, bugün bende olsun istedim. sevdiklerim, beni sevenler, bana çokça sarılsın istedim. Çaldığım gitarı, söylediğim şarkıyı, bugün başkaları da duysun istedim. Ya da bugün birilerinin bana gönderdiği, ithaf ettiği şarkıları dinlemek isterdim. Olmadı ama, kısmet...
Facebook duvarımda nerdeyse 90 tane tebrik var, ben de buldukça bunuyorum dimi! Belki de. Ama işte belki de insanlara çokça verdiğimden midir nedir, istemeye başlıyorum çoktan hallice :)
Evet buruk bir doğum günü yazısı oldu bu, eve dönüşüm yaklaştıkça daha mı çok özlüyorum nedir, anlamadım ben de. Ama yanlız kalmak bir bu ramazanda en çok koydu bana, bir de bugün. Gerçi bugün de ramazan:)
Aslında bana kalsa büyümezdim ben, belki de ondan bu burukluğum...


Brugge'te çektiğim bu fotoğraf, kendime doğum günü hediyem olsun. Fotoğraf çekmeyi o kadar özledim ki... 
kendime "büyüdün artık sen çocuk" demek gelmiyor içimden. Oysa ne güzel de söyler Zuhal Olcay, "Halka Açık" şarkısında bu cümleyi. İkna oluveresi gelir insanın.
Ama daha var, çok var daha... yavaş yavaş büyüyüp tadına doyamayasım var çocuk kalbimin...

Hiç yorum yok: