Eylül 17, 2010

Bonn olur masal...

Zaten masal diye diye başladığım bir hikaye bu. Gerçek olması imkansız gibi görünen, kurabildiğim  en büyük en güzel hayal. Başrolünü ben oynadığım. Ve şimdi, saat 12'ye az kala, Tuba külkedisine, bu içinde bulundukları da bal kabağına dönüyor yavaş yavaş...
Acısıyla ve çokça tatlısıyla ne güzel, en güzel 1 yılı hayatımın. En çok çalıştığım, en çok yorulduğum ama en çok gezdiğim, gördüğüm, yaşadığım, denediğim, denettiğim, yılı, dönemi... bitmesin istiyor gönlüm, hep sürsün.
Ama değil mi ki daha güzel masallara başlamak için bir öncekini bitmek lazım. Bu böyle...
Kelimelerim yine düğüm düğüm, açılırsa havada açılır kanımca, uçarken İstanbul semalarına...
iki şarkı var, "sen sus, biz anlatırız sendekileri" diyen:
Hadi bakalım mikrofonu onlara bırakma vakti...
Bonn'dan son kez sevgilerle...

  


Eylül 15, 2010

Buruk heyecan

Masalın son satırları...


Bana tekrar hayal kurduramayacak kadar güzel günler... dile kolay 1 yıl. son 1 aydır her gün "heh bak gidince en çok bunu özleyeceğim" diyorum gördüğüm şeylere. gerçekten en çok hangisini özleyeceğim, kimbilir... Her gittiğin yerde bir parçasını bırakır ya insan, oradan da bir parça alır giderken kendiyle birlikte... Bavulum mutlu anlarımla dolu ağzına kadar. Bonn'un her sokağında, u-bahn'ında, sokakta durakta görmeye aşina olduğum yüzlerinde benden ne kaldı bilemem, ama herbirini topladım attım bavula. Allahtan bavuldaki anıların yük sınırı yok, istediğin kadar alabiliyosun yanında.

bir yandan deli gibi o uçağa binip uçup özlediklerime kavuşmayı istiyorum, kalbim heyecandan pır pır atıyor, diğer yanımsa buraları nasıl bırakacağımı sorup duruyor, kalbim buruk. yani buruk heyecan dolu içim...
"Ya herşeyim ya hiçim, sorma dünyam ne biçim..."

...Ve masalın bu kısmına fon müzik olsun diye, Hümeyra, "kördüğüm"üyle çıkar saklandığı yerden.

Eylül 08, 2010

Güle Güle Ramazan, Yine Bekleriz...

Ne ara geldin, ne ara gidiyorsun... Anlamadık ne çabuk geçti zaman. Bereketin sofralarımızı, ruhun gönlümüzü şenlendirdi.
Rüzgar gibi geçtin vesselam...
Güle Güle Ramazan...

Doyamadık sana,
Hep bekleriz, yine bekleriz... :)
foto kaynak: flickr, gmzli

Eylül 05, 2010

Bilgisayar ve İman

Gecelerin en hayırlısında, söz "Bir Yudum Hikaye"de...


büyüdün artık sen çocuk (!)..

sonradan gelen not: aslında bu yazıyı tamamlamak yerine taslakların bir köşesinde öylece bırakmaya niyetliydim. ama az önce internette şahit olduğum bir doğum günü kutlaması yüzümü güldürdü, gözlerimi doldurdu. imrendirdi... sonra mı? sonra kendimi burada buluverdim ben de...
ağustos,18  '1o
saat: 00.00 dolayları...
saat buralarda 23, ait olduğum o yerlerde 00.00 iken facebook'tan başlayan kutlamaların arkası gelmeyecek. Doğum günüm zamanla önemini daha da yitiriyor sanki... Uykum geldi zaten, yattım ben...
saat: 10.34
bu sabah gülerek uyandım. mutlulukla, sevinçle... Rüyada eve dönüyorum. Elimde bavulum. Sokağın başındayım. Bizim eve bakıyorum, ne kadar özlemişim. Rahmetli babannemin baktığı pencereye gidiyor gözüm gayri ihtiyari. Keşke o köşeden perdeyi aralasa, hep birilerinin gelişini gözlediği o yolda beni görünce sevinip mutlu olsa, el sallasa diyorum. Tam apartmanın kapısından içeri giriyorum ki annem de merdivenlerden iniyor. Bizimkiler de orada, yengemler filan, net hatırlamadığım bir kalabalık. Bir tek annemin yüzünü hatırlıyorum, bir tek annemi. "aha, sen nerden çıktın" diyor. demek ki rüyamda da sürpriz yapmışım:) gülüyoruz, sarılıyoruz. kocaman sarılıyoruz annemle. 
uyanıyorum sonra. içimde bir ferahlık, bir huzur, bir sevinç...
bugün daha güzel bir hediye alamam herhalde...
saat: 12.41
annem normalde her yıl akşam saat 8'i bekler doğumgünümü kutlamak için. O saatte doğmuşum meğersem :) demin annemi aradım, "niye aradın, akşam 8'de ben arayıp kutlayacaktım" dedi.
dedim "sizin saate göre 8'de mi yoksa bizim saate göre 8'de mi kutlayacaksın, onu merak ettim :)" 
rüyamı ona anlat(a)madım. duygulanmasın diye, bi de anlatırken ben de dayanamayıp ağlarım diye korktum. gidince anlatırım artık...
saat: 16.58
facebook'tan doğum günümü epey kutlayan var, sağolsunlar var olsunlar. iyi de düşünmeden edemiyorum, normalde doğru düzgün selam bile vermeyen insanların "doğum günün kutlu olsun" demeleri ne kadar içten olabilir ki? Bunu sorgulamak bir yere varmayacak. zaten doğum günü dediğin nedir ki...
tesadüf mü tevafuk mu bilmiyorum, daha geçen gün okuduğum bir yazıda şöyle diyordu: bir kağıt kalem alın ve bir çizgi çizin. Bu çizgi sizin hayatınızı gösteriyor olsun. Ve o çizginin şu an neresinde olduğunuzu işaretleyin. Yolun neresindesiniz, ne kadar yol gitmişsiniz ve önünüzde ne kadarı kalmış. O çizgiye bakın ve sonra bulunduğunuz yeri öncesini ve sonrasını "düşünün"...
Bunu okuduktan sonra, o çizgiyi çiziverdim. Radyasyon, stres, GDO vs. dolayısıyla çizginin sonunu pek uzun tutamadım gerçi. ama yolun neresinde olduğumu görünce önce şaşırdım, anaa ne ara bu kadar yol gitmişim dedim. Sözü burada Behçet Necatigil alıyor ve diyor  ki:
"Yılların telâşlarda bu kadar çabuk geçeceği aklınıza gelmezdi."
Sonra arkamda bıraktığım onca yılda işlediğim günahlar geldi aklıma, kırdığım kalpler, kılamadığım namazlar,  televizyon, bilgisayar başında geçirdiğim onca vakit, ağladıklarım, ağlattıklarım, güldürdüklerim, mutluluklarım...daha fazlası. Bir nevi iç muhasebe...
Evet yolun daha yarılamadım bile, kimilerine göre çokça başındayım, ama o muhasebeyi yapmak iyi geldi iyi...
Velhasıl o gün bu gündür, önceliklerim beni, ben de onları sınıyorum. Bakalım hangimiz galip gelecek?..
gece 12 suları...
Arkadaşlarla Köln-Mülheim'daki Türk sokağına gittik iftara. Kebap filan bişey değil de, günlerdir aşerdiğim künefeyi nihayet yedim... ooh mis :) künefenin üstüne kibrit de koydular, üflettiler bi de :) 
Sıcacık, sevgi, bereket, bolca muhabbet ve kahkaha dolu bir iftarın ardından dönüş yolunda otobüsteyim. 
Evet evet, günün tek ve en güzel hediyesi annemden...
kitabı açtığım gibi karşıma çıkan fırat
Bir de sıcacık, hasret kokan bir email. Elif'ten... Öyle ki, gülerken bile dolan gözlerim bu sefer mutluluktan doldu taştı. Böyle insanlar, böyle dostluklar, herkese nasip olmazken, bana nasip olduğu için de şükrediyorum hep. (İyi ki varsın...)
He bir de ilk hediyem, fıraaaat :) içinde bi notçuk yoktu artık onu da sonradan iliştirteceğim zeynep'e :)
Farkettim ki doğum günleri en çok böyle en yalnız anlarda önemseniyormuş. Doğum günlerinden çok önemsenmek, hatırlanmak belki de... Bu zamanlar insan ihtiyaç duyuyormuş "o" kelimelere, sürprizlere... içinde ne olursa olsun bir hediye paketini açmanın verdiği heyecan, heves, bugün bende olsun istedim. sevdiklerim, beni sevenler, bana çokça sarılsın istedim. Çaldığım gitarı, söylediğim şarkıyı, bugün başkaları da duysun istedim. Ya da bugün birilerinin bana gönderdiği, ithaf ettiği şarkıları dinlemek isterdim. Olmadı ama, kısmet...
Facebook duvarımda nerdeyse 90 tane tebrik var, ben de buldukça bunuyorum dimi! Belki de. Ama işte belki de insanlara çokça verdiğimden midir nedir, istemeye başlıyorum çoktan hallice :)
Evet buruk bir doğum günü yazısı oldu bu, eve dönüşüm yaklaştıkça daha mı çok özlüyorum nedir, anlamadım ben de. Ama yanlız kalmak bir bu ramazanda en çok koydu bana, bir de bugün. Gerçi bugün de ramazan:)
Aslında bana kalsa büyümezdim ben, belki de ondan bu burukluğum...


Brugge'te çektiğim bu fotoğraf, kendime doğum günü hediyem olsun. Fotoğraf çekmeyi o kadar özledim ki... 
kendime "büyüdün artık sen çocuk" demek gelmiyor içimden. Oysa ne güzel de söyler Zuhal Olcay, "Halka Açık" şarkısında bu cümleyi. İkna oluveresi gelir insanın.
Ama daha var, çok var daha... yavaş yavaş büyüyüp tadına doyamayasım var çocuk kalbimin...

Eylül 03, 2010

Ders Bitti...

üniversite yılları boyunca, her sınav dönemi en son sınavdan çıkıp eve dönüş sonrası kulaklarımda bu şarkı: Ders Bitti

Bu şarkıdaki kelime oyunlarını seviyorum. Hatta kelime oyunlarını seviyorum.
Ben oyunları seviyorum aslında... her türlü :)

Eylül 02, 2010

yine mi tenefüs :)

Son sınavıma kalan son enerjimle bir gayret çalışmaya çalışırken, yan binayı boyayan işçilerden biri öyle bir hapşırdı ki yerimden zıpladım yani. Sokaktan geçen bir teyze de "çok yaşa"  diye bağırdı adama. O da "sen de gör"  diye karşılık verdi. Foto makinem olsa şu anı yakalayıp burda paylaşırdım ama şansınıza küsün napalm :)

Geçen sabah da aynı işçilerden biri "Arbeit macht frei!"  diye bağırdı diğer boyacılara. Muhabbetin başını duymadığım için şakanın ya da gerçeğin arka perdesini bilemiyorum ama bi anda şok oldum tabi.

meraklısına not: "Arbeit macht frei"  yani "Çalışmak özgürleştirir"  ya da "çalışmak kurtarır".  Bu cümle Hitler döneminde Nazi kamplarının girişinde yazarmış. Ve şimdilerde Alman topraklarında bu cümlenin şakası bile pek iyi sonuçlanmadığı, ortamda şakadan çok buz gibi hava estiriyor derler. Buralarda hassas ve yasak konu bu Nazi meselesi. Ben bu konulara hiç girmediğim, gireni de görmediğim için bilmiyorum, diyenlerin yalancısıyım.
işte o yüzden şaka amaçlı bile olsa bir almanın ağzından duymak, hayli garipti yani...
Hayatta bir gün geçmiyor ki ilginç bir şey olmasın azizim, sen yeter ki görmeyi bil...
bu da kıssadan hisseydi :)

evet gereksiz şeylerden bahseden bi tenefüsün daha sonuna geldik, hadi eyvallah!

kapı...

dar sokaklarda yürürken... ne zaman düşsem, canım yansa, hatta kanasa bir yerlerim... yorulduğumu hissetsem ve canımın acısı geçene kadar kalkmak istemediğim halde mecburi kalkış yapsam...bir şiir gülümser bana köşe başında o dar sokağında hayatın...
anladım ki çıkmaz sokak diye bir şey yok aslında, her yolun ucu hiç olmazsa bir şiire varıyor...
işte bu da o şiirlerden biri...
kapı...
geç benden, ben dururum, ben beklerim, geç benden,
ama nereye geçersin benden ben bilemem.

dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.

dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
şu ağaçlar gibi kederli.

açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
gelenler kadar gidenleri de,
hani sabrın sonu, hani gamlı eşek, pervasız nar nerde,
hani bahçe?

biri gelse.. biri görse.. biri gelmişti.. açmıştı.. durmuştu..
duruyor hâlâ bende.

kaç zamandır çınlıyor içimde bu boşluk, kim
kıydı, bahçenin şen duluydu, karşımda duran dut?
en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dilegelsindi,
çok istedimdi.

bana kalsa susardım daha, ama dilimdeki paslı kilit çözülür belki,
sapaya kaçmış cümlem uğuldar, içimin kurtları kıpırdar diye
gıcırdandım takatsız.

gördüm hepsini, gördüm hepsini, sabrın sonunu!
biri gelse, biri görse, şimdi,
rüzgâr sallıyor beni...
Birhan Keskin