Haziran 30, 2010

Durdurun, bu durakta inecek var!

Bazen, hiç bilmediğim yerlerde bulmak kendimi... iyi geliyor. adını sanını duymadığım bir şehir, bir sokak, bir köşebaşı, sokakta tanımadığım yüzlerde gördüklerim, daha önce hiç tatmadığım bir çikolata kimi zaman, bazen nerden karşıma çıktığını bilmediğim bir şarkı, bir film bazen...
Şartsız şurtsuz, tamamen önyargısız, sadece orayı, o "şey"i görüp kendine çok şey katmak...

Çok mu karışık geldi, dur baştan alayım, sade ve duru haliyle...
Tek kelime, yabancı:
Penelope...
Nerden karşıma çıktığını ve hatta niye izlediğimi dahi bilmediğim bir film.
Pushing Daisies'i izlerken beni mutlu eden şey neyse, aynı şey, aynı tad bunda da var.
Masal tadı...
Hem de uzun süre damağımdan gitmeyecek cinsten.

Evet çok insana saçma gelebilir bu film, o yüzden iyi ki filmden önce yorumlarını okumamışım diyorum.

En hoşuma giden sahnesi buydu, iki aşık tek tarafı ayna görünümlü bir camın farklı taraflarında satranç oynadıkları sahne. -o cam niye var, izleyecek olanlar için anlatmıyorum-
Bazen herşey tepetaklak gidiyor, hayatım altüst oldu diye düşünürsün ya, yalnızlığın dibine vurmuşsundur üstelik. Bir de kadersizliğin eklenince üstüne, hah dersin tam bir "loser" oldum şimdi. Kaçacak gidecek yerin yokmuştur, "I'm stuck!" diye bağırırsın da kimseler duymaz.
Umudunu yitirdiğin o anlarda kendine dışardan bakabilirsen eğer, o anki haline... bir an ferahlarsın, gülümseyiverirsin, o kadar da zor olmadığını farkedersin silkinip kalkmanın. Umut hep vardır aslında, mızıkçılık yapan sensindir. Korkak olan.

İşte çocuk, her defasında o camın arkasındaki Penelope ile konuşurken aynadaki kendisine bakıyor. Kendini ona gösteren, yani kendisinin aynası Penelope oluyor bir bakıma... Ve korkularını yenip o ümitsizlik bahçesinden çıkıp, oyuna dahil olması da bu yüzden...

Masal masal dedim ama bu da içinde gerçekleri bulabileceğin bir masal, görebilirsen tabi...

Hayatı hep gerçek tarafından bakan, masallara "çocuk işi" diyenlere bu durak hiç uygun değil, ama başta bahsettiğim tadı sevenleri şöyle alalım...

Durakta inmeyip, geçip gideceklere son söz Mustafa Kutlu'dan geliyor:

Masallara boşverdiğimiz günden bu yana rüya göremez olduk. İp koptu, zaman uçtu, hayat köşe bucak bir yerlere saklandı. Uykularımız kabuslarla donatıldı. Aydınlık bir yüz gördüğümüzde ilk aklımıza gelen cümle "Sırıtma lan" oldu. -


Güzel bir Bonn öğlesinden kuş ve çocuk sesleri karışık, parmaklarıma vuran güneş eşliğinde herkese selam ederim... :)

Haziran 22, 2010

Buruk acı

Trene yine son dakika yetişmenin sevinci ve telaşı içinde nefes nefese trene binip en yakın yere oturuyorum. Kulağımda kulaklık, en kısık sesiyle müzik çalıyor, hiçbir şarkı içimdeki hüznü gidermiyor, dahası dinlemek bile gelmiyor içimden. Böğrüme taş oturmuş sabahtan beri, nefes aldırmıyor. Hakkari'de 10 şehit. Ardından televizyonlarda büyüklerimizin taziyeleri, dışı süslü içi boş. İçtenliğine nanası bile gelmiyor insanın. Söylenen kelimeler acılara kifayetsiz kalıyor. Durdurmaya ise pek hevesleri yok gibi. Yurdum insanı alıştı mı nedir, bol söz boş icraate.
Kafamda sorular, kalbimde tarifsiz bir hüzün, arkadan kısık kısık çalan: Huma Kuşu türküsü. Türkü bitip diğerine geçerken ufak bir kiltlenme sonucu arka fondaki sessizlikle, tam arkamda konuşulanlara gitti kulağım. Alman bir bayan türkçe olarak: "otur şuraya" diyor yaramaz çocuğuna. Sonra da karşında oturanlara: Türkçe "otur şuraya" deniyor, öğrendim, ama kürtçe nasıl deniyor bilmiyorum. diyor. Diğerleri de söylüyor kürtçesini. Belli ki Türklerle yaşaya yaşaya türkçesini ilerletmiş Alman ablamız. Habire örnekler veriyor türkçe bildiği cümlelere. Sonra "Başkent Ankara'ydı, değil mi?" diye soruyor. Bu soruya kem küm cevap veriyor muhtemel Türkiye vatandaşı Kürtler. En küçüğü 5, en büyükleri 45 yaşlarında 4-5 kişiler.
"İstanbul çok büyüktü ama çok beğendim, büyülendim. Ama Ankara'yı pek sevmedim. İzmir'i de sevmedim. Kuşadası güzeldi mesela..." diyor ve devam ediyor bizim Alman abla: "Atatürk'ün kabrii Ankara'da mıydı İstanbul'da mı?" diye soruyor.
Karşısındakiler sessiz. Birbirlerine bakışıp duruyorlar. (Evet evet o kadar ilgimi çekti ki habire gerek göz ucuyla gerek utanmadan direkt arkamı dönerek onları izliyorum) Alman abla kendi kendine tekrarlayıp karar vermeye çalışıyor. Diğerlerinden hâlâ cevap yok. Kem küm ediyorlar. En sonunda içlerinden 15-16 yaşlarında ergenlik çağında olanı "Bilmiyorum, nerden bileyim?" diyor, bana ne beni ilgilendirmiyor ki tarzında. Alman abla en sonunda kendi kendine Ankara'da olduğuna kanaat getiriyor ve ineceği durak yaklaştığı için vedalaşıp ayrılıyor trenden.
Bundan sonrasının dili kürtçe olduğundan film kopuyor bende, gerçi o çocuğun o cevabından sonra zaten kopuyor ama sabırla sonuna kadar dinledim zor tuttum kendimi atlayıp cevap vermemek için.
Bir yandan da bunları yazıyorum sıcağı sıcağına.
Sinirden kulaklığı da tıkıyorum çantanın içine.
Bana yabancı anlamadığım dillerine inat, trenden inerken en küçükleri 5 yaşındaki çocuğun elindeki oyuncaktan çıkan ses bir o kadar tanıdık. DIN! DIN! DIN!..
O küçük çocuğun elindeki oyuncak tüfeğin mermileri öyle bir yerimden vuruyor ki beni...
İçimde buruk acı, aklımda onlarca sorular, kelimelerim...
Hakkari'de 10 şehit, bu daha ne ki, devamı gelecek, bekleyin de görün diyor televizyondaki uzmanlar.
Sonumuz Allah kerim...

* Bunları buraya geçirirken, internette son dakika haberi: Bir başka karakol saldırısı, bu hafta verdiğimiz kaçıncı şehit, saymaya korkar oldum.
Hayır, siyaset, politika hatta bu kelimelerimin hangi tarafın fikrine zıt, hangisine paralel olduğu değil umrumda olan, ilgilendiğim hiç değil. Ama anlayamıyorum, sorular gitmiyor kafamdan. Yani yurdun her yanı şehit kanıyla bulanmış, gün geçmiyor ki hain bir pusu kurulmuş olmasın. Kaç kişi toplanıp tepki veriyor diye düşünürken, birileri de hâlâ tutturmuş, Filistin, benim Filistinim. Kendi derdimizi hallettik bitti, kendi huzurumuzu sağladık, sıra Filistin'e özgürlük için savaşmaya geldi zaten. Hey Allahım!

"Bu (ceza)nın sebebi şudur: Bir topluluk, kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği bir nimeti/güzel bir durumu değiştirmez. Allah, şüphesiz hakkıyla işitendir, bilendir." (Enfal 53)